Tıbbiyeli Hikmet’in hikâyesi: Emperyalist işgale bir başkaldırı
14 Mart 1827’de II. Mahmut döneminde Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire açıldı. Bu tarih, aynı zamanda Türkiye’de modern tıp eğitiminin başladığı gün olarak da kabul ediliyor. İlk kutlama ise bundan 92 yıl sonra işgal İstanbul’unda yapıldı. İşgalden rahatsız olan Tıbbiyeli Hikmet ve arkadaşları, toplumu işgale karşı ayaklandırmak için bir plan yaptı. Bu plan kapsamında Mekteb-i Tıbbiye’de 14 Mart kutlanacaktı. Tıp öğrencilerinin yanı sıra doktorların da desteklediği eyleme işgal güçleri müdahale etseler de okulda büyük bir Türk bayrağı asılmasına engel olamadılar. Vatan savunması işlevindeki bu kutlama, Milli Mücadele’nin isyan fişeklerinden birisi oldu. 14 Mart direnişinin öncülerinden olan Tıbbiyeli Hikmet, daha sonra birçok güvenlik noktasını geçmeyi başararak Sivas Kongresi’ne katıldı.
TARİHİ KONUŞMA
18 yaşında olması dolayısıyla “Kongreye katılan en genç delege” unvanını taşıyan Hikmet, “Tıbbiye delegesi olarak bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak için” Sivas’ta bulunduğu belirtti. Manda tartışmalarının olduğu anda söz alan ve “Mandayı kabul edemeyiz. Eğer manda fikrini kabul edecek olanlar varsa bunları şiddetle reddeder ve kınarız” ifadelerini de kullanan Hikmet, daha sonra doğrudan Mustafa Kemal Paşa’ya yönelik şunları söyledi: “Paşam siz de manda fikrini kabul ederseniz sizi de reddederiz. Mustafa Kemal Paşa’yı vatan kurtarıcısı olarak değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz.”
RUH VE KARAKTER
Mustafa Kemal Atatürk, Tıbbiyeli Hikmet’e verdiği yanıt sonrası delegelere dönerek “Beyler gördünüz mü, muhtaç olunan kudret gençliğin asil kanında zaten mevcut” dedi. Tıbbiyeli Hikmet’in bağımsızlık yürüyüşü burada da bitmedi. Ankara’da Meclis açılınca arkadaşı Yusuf (Balkan) Bey ile birlikte, Tıbbiye’deki öğrenimini yarıda bırakarak Ankara’ya geldi ve iki arkadaş Cebeci’deki Asker Hastanesi’nde görev aldı. Katkılarından dolayı Teğmen rütbesi alan Tıbbiyeli Hikmet, sıhhiye subayı olarak Büyük Taarruz’da görevlendirildi. Eğitimini ise Büyük Zafer’den sonra tamamlayabildi. Yaşamını genel cerrah olarak sürdüren ve Boran soyadını alan Hikmet Boran, gönüllü şark hizmeti sırasında 1944’te verem hastalığına yakalandı, 1945 yılında yaşamını yitirdi. Ruh ve karakter kattığı Tıbbiyeli geleneği ise kendisiyle özdeşleşti.